Basında İğneada
NTV - Yakın Yerler (Heves Atasoy)
NTV'de Heves Atasoy'un sunduğu YAKIN YERLER programında bu hafta Demirköy, Dupnisa mağarası, İğneada, Limanköy ve İğneada Feneri tanıtılmaktadır.
YAKIN YERLER (Haftaiçi hergün 11:30)
(Heves Atasoy)
Hafta sonu sakin bir kaçamak için sessiz, büyüleyici ve romantik köşeleri keşfedeceksiniz... Büyük şehirlerin karmaşası ve iş hayatının stresinden kurtulmak isteyenler için yeni alternatifler sunan “Yakın Yerler” her gün farklı bir yerde...
Heves Atasoy’un hazırlayıp sunduğu program, yaşadığınız şehre çok yakın ama size özgürlüğünüzü hissettirecek kadar uzak yerleri, HAFTA İÇİ HERGÜNoraların insanları, yaşamları, manzaraları ve ayrıntıları ile hemen yanıbaşınızdaki fırsatları gösteriyor... “Yakın Yerler”, bu köşelere nasıl gidilir, nerede kalınır, nerede yenir gibi sorulara yanıt arıyor.
Talip GİRGİN
İğneada vatanım köyüm göz bebeğim, ne seninle oluyor nede sensiz.
Geçim kaygısı olmasa sahildeki kum taneleri kadar olurdu nüfusun eminim, her insanın anılarında unutulmaz güzelliğin ile güncelliğini koruyan Allahın bir lutfusun senin kıymetini hep bildim bundan sonrada bileceğim. Taşını, toprağını, denizini, ormanını köyümün insanını iyisiyle kötüsüyle hep sevdim yine seveceğim. Zamanında bana kucak açtın, bünyende barındırdın, en değerli yıllarımı zorluklarla yaşadığım günlerde bütün sıkıntılarımı bana unutturdun, hedef saptırdın taaki ihtiyacım olan zamanı doldurana kadar. Ait olduğum şehre döndüm ama aklım hep sende kaldı, fırsat buldukça ziyaretine geliyorum yine geleceğim
Benden sonrada çocuklarım nöbeti alacak seni hiç yalnız bırakmayacağız, çünkü seni çok çok
Seviyoruz.
Ne çetin kışlar yaşadık seninle ne susuz yazları,
Baharda açan çiçekleri, cıvıl cıvıl öten kuşları
Kozasından çıkan kelebeklerin özgürlüğe uçuşları
Tatil bitince arayıp sormayan vefasızları!
Ağustos böceği gibi yatanları…
Arı gibi çalışanları..
Zoru görünce kaçanları..
Bir parça ekmek için gecesini gündüze katanları.
İcraatsız ambut Osmanları
Kendini aşanları
Ceviz kabuğundan çıkamayanları!
Kaderini zorlayanları
Kolayını seçip alkolik olanları..
Onurunu koruyanları..
Haklıyken hakkını arayamayan mahcupları
Suçluyken mağduru oynayanları
Hakkı geçecek diye Allahtan korkanları
Dünya malını ahiretine değişen..
Onursuz yaşayanları!
Ne sevgiler ne sevgililer geldi geçti
Bazen hüzün bazen neşe verdi,
En büyük aşkımsın sen benim!
Senin aşkın hepsine değerdi
M.Talip GİRGİN
Sabah: "Kentten bunalanlara Demirköy terapisi"
Kentten bunalanlara Demirköy terapisi
Kırklareli'nin Demirköy ilçesi ve İğneada, doğa, tarih ve kültür zenginlikleriyle, İstanbul'a 2 buçuk saatlik mesafede keşfedilmeyi bekliyor. Bir hafta sonunda bu alternatifi mutlaka deneyin.
Demirköy ve beldesi İğneada; deniz, kültür ve tarih turizminin bir arada yaşanabileceği olağanüstü bir bölge. İstanbul'a 2,5 saatlik mesafede Bulgaristan sınırında bulunan Demirköy, özellikle kentin kalabalığından bir süreliğine de olsa kurtulmak isteyenlere hafta sonu tatili için iyi bir alternatif sunuyor. Temiz havası, ormanları ve mağaralarıyla gidenlerde bir tiryakilik yaratan Demirköy, macera ve doğa sporları tutkunları için de ideal bir seçim.
BİNLERCE YILIN TANIĞI
Demirköy'ün güzelliğinin en önemli unsurlarından biri gür ormanları. Ormancılık ve hayvancılığın geçim kaynağı olduğu ilçenin tarihi çok eskilere dayanıyor. Ancak, en çok bilinen özelliği Fatih Sultan Mehmet'in Bizans surlarını dövdüğü güllelerin dökümhanesinin burada olması. Güllelerden bazıları şu anda Demirköy Belediyesi'nin girişini süslüyor. 15'inci yüzyıla ait olan dökümhane ilçeye
HUZUR İĞNEADA'DA
Demirköy'ün en çekici özelliklerinden biri de mağaraları. Türkiye'nin ikinci büyük mağarası olan ve yaklaşık dört milyon yıldan beri gelişimini sürdüren Dupnisa Mağaraları 2003 yılından beri turizme açık. 2 bin
Mustafa Mutlu'nun Vatan gazetesindeki 20/05/2004 tarihli yazısı;
Longoz katliamı!
Özellikle Karadeniz'de yaşayanlar bilir; derelerin denize döküldüğü yerlerde yoğun ormanlar vardır... Dere ağızları, yağışların azaldığı mevsimlerde denizden gelen dalgaların taşıdığı kumla, çakılla kapanır. Böyle olunca da dere sulan birikerek geriye döner ve orman tabanına yayılır. İşte; dişbudak, karaağaç ve meşeden oluşan bu ormanlara da "longoz (subasar) ormanı" denir...
Buralarda hayat, insan aklının alamayacağı kadar zengindir. Tam 150 tür kuş, 18 tür memeli, 9 tür sürüngen, 5 tür kurbağa, 14 tür otsu bitki ve çalı, 18 tür ağaç ve mersin balıklan birlikte yaşar.
Diyeceksiniz ki, "Durup dururken nereden aklına geldi longoz ormanları?"
Anlatayım:
Ülkemizdeki en önemli longoz ormanı, Kırklareli ne bağlı İğneada'da bulunuyor. Buradaki subasar orman, sadece Türkiye'nin değil, Avrupa'nın da en büyüğü... Tam 1345 hektarlık bir alana yayılmış...
Turizm Bakanlığı'na bağlı Edirne Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu 15 Nisan'da toplanarak, bu doğal zenginliğimizin içinde bir "taşocağı" açılmasına izin vermiş. Buradan çıkarılacak taşlar, İstanbul'un su açığını kapatmak için inşa edilecek Demirköy Barajı'nın yapımında kullanılacakmış.
Yani böylesine bir doğa harikasının tam göbeğinde önce bir taş ocağıyla "kelleştirme operasyonu"nun ilk adımı atılacak, sonra da aynı yerdeki Bulanık Dere'nin üzerine
Böylece derenin suyu "subasar ormanlar"a değil de; İstanbul'a akacak...
Hükümet "tek parti" olmanın avantajı ile düşünmeden, tartışmadan çok hızlı kararlar alıyor. Böylece de geri dönülmesi olanaksız çevre felâketlerine zemin hazırlıyor.
Önce Karadeniz'deki kızılağaç ve kestaneliklere hücum borusu çalındı, ardından doğa parkları özel sektöre kiraya verilerek "mangalcı turizmi"ne açıldı... Bunlar da yetmedi; dünyanın en önemli kuş cennetleri arasında gösterilen Gala Gölü'nün kurutulup çeltik tarlasına dönüştürülmesi kararlaştırıldı...
Şimdi de sıra, İğneada Longozu'na geldi...
Çevre ve Orman Bakanı Sayın Osman Pepe:
Çeltiği her yere ekebilirsiniz... Suyu her yerden getirebilirsiniz... Ama bugün katline seyirci kaldığınız bu doğa harikalarını, trilyonlar harcasanız yerine koyamazsınız!
Gelin yanlışta ısrar etmeyin...
Ağaçlara, kuşlara, sürüngenlere, kurbağalara, balıklara binlerce yıldır alıştıkları mekânları çok görmeyin...
Ülkemizin dört bir köşesindeki doğal zenginliklerin katledilmesine daha fazla izin vermeyin!
İĞNEADA - Gerçek bir cennet TATIL DÜNYASI
IGNEADA - Gerçek bir cennet
Igneada Kirklareli vilayetinde Karadeniz kiyisindaki en güzel sahillerden ve dogaörtülerinden birine sahip bir beldemiz. Su ana kadar hakettigi yeri bulamamis. Gayemiz insanlara bu harika beldeyi tanitmaktir.
Yedigöller Milli Parki’ni kiskandiracak güzellikteki Istranca Ormanlari içinden geçilerek ulasilan Igneada 20 kilometreyi bulan genis kumsali ile insani büyülüyor.
Haziran - Eylül aylari yaz sezonu yasayan Igneada'ya çevre ilçe ve kentlerden akin edenler essiz kumsalin ve temiz denizin tadini çikariyorlar. Yilin diger aylarinda kumsal oto ve moto kroscularin gözdesi.
Içecek kadar temiz bir denize sahip sahili el degmemis, yagmaya ugramamis. Bu nedenle de dogal güzelligi essiz. Igneada tipik Karadeniz sahillerinin aksine yaz aylarinda sakin ve dalgasiz bir dogal liman. Kuzey rüzgarlarina kapali. Denizin 150 metresinin sig olusu ise bir baska avantaj. Üçüncü jeolojik zamanin sonlari ile dördüncü zamanin baslarinda çevredeki daglardan nehirler araciligi ile gelen alüvyonlarin Rapana sirti arasi ile Limanköy platosu önündeki körfezi doldurmasi ile bölgede birçok göl olusmus. Sazliklarla kapli göller kuslar için de tam bir cennet. Daglardan gelen sularla beslenen lagün gölleri kis aylarinda sularinin bir kismini Karadeniz'e bosaltiyorlar. Erikli Gölü çevresi dogal SIT alani ilan edilmis. Mert Gölü kiyilarinda ise bazi yapilara rastlaniyor. Dibi bataklik olan gölün asil zenginligi baliktan ziyade sazliklari. Sazlar kis aylarinda kesilip Hollanda'ya ihraç ediliyor.
Bu arada Hamam ve Pedina göllerinden bahsetmek gerek. Bu göllerin ziyaretçileri Bulgaristan, Rusya ve Tuna Nehri deltasindan gelen ördek, kugu ve diger kus türleri. Yildiz Daglari'nin sik ve gür ormanlarla kapli olmasi geyik, karaca, domuz, tavsan, tilki sansar gibi hayvanlarin yasamasina uygun bir ortam sagliyor. Avcilar için de gözde bir mekan oluyor.
Alamana adi verilen büyük balikçi tekneleri ile açik denizden yakalanan kalkan baliginin yani sira eylülde lüfer, palamut bollugu yasaniyor. Orman içinde alabalik yemek ise ayri bir güzellik.
Batakliklarda olusan Longoz Ormani, çok nemli, balçik alanlarda yetisen alüvyal orman türünün çok özgün bir örnegi, bu nedenle de koruma altina alinmis durumda.
Deniz fenerinin bulundugu sarp kayaliklar da ziyaretçileri baska bir aleme sürüklüyor.
Metin Kaynak : TATIL DÜNYASI
Banu Erkmen
www.ufukotesi.com
Eşsiz kelimesini burda abartılı ve hayranlık vericiliğini vurgulayıcı bir sıfat olarak kullanmıyorum sadece, çünkü burası dünyada sadece 3 yerde bulunan longoz yani mevsimsel subasar olarak adı geçen çok özel bir ekosisteme sahiptir. Bataklıklarda oluşan Longoz Ormanı, çok nemli, balçık alanlarda yetişen alüvyal orman türünün çok özgün bir örneği, bunun için de Dünya Bankası tarafından sürdürebilir doğal kaynaklar projesi kapsamında koruma altına alınmış durumdadır…
Her zaman merak etmişimdir ki, gidenlerin sonsuz bir hayranlık duyduğunu çok defa işitmiş olmama rağmen neden bir anda turizmin patlayan yıldızlarından biri olmamıştır İğneada? Meğer gidip görmeden bu sıkı ağızbirliğinin sebebini anlamak mümkün değilmiş. Burası o kadar güzel, o kadar etkileyici hiçbir tereddüde kapılmadan şahane olarak tanımlanabilecek bir yermiş ki, hiç kimse orayı kendinden başkası bilmesin, sadece ziyaretçisine ait olsun, kimseler gelip orada büyük otellerin bayraklarını ardı ardına dikmesin istiyor. Kim bu düşünceyi haksız bulabilir veya kim buraya böyle bir haksızlık yapabilir? Maalesef üzülerek belirtmek zorundayım ki ben de size nerede olduğunu söylemeyeceğim. Sadece İğneada’yı anlatacağım. Tabii olarak duyanlar ya da biraz uğraşarak yolunu bulacak olanlar vardır ama ben sadece kendi adıma bu seferlik böyle bir önlem almak istiyorum.
Evliya Çelebi seyahatnamesinde, “Fatih’in akıncılarından İne Gazi’nin fethettiği belde. Harap, yıkılmış kalesi ayakta zor duruyor. Kale içinde odunculukla geçinen Rumlar yaşarmış" diyor. Belki İğne ada ismi İne Gazi’den gelmekte, değişe değişe iğne olarak adlandırılmaktadır. Istıranca ormanlarından Karadeniz’e varan yola vurduğu zaman yolunuz eşsiz bir çam kokusu sarar bedeninizi. Eşsiz kelimesini burda abartılı ve hayranlık vericiliğini vurgulayıcı bir sıfat olarak kullanmıyorum sadece, çünkü burası dünyada sadece 3 yerde bulunan longoz yani mevsimsel subasar olarak adı geçen çok özel bir ekosisteme sahiptir. Bataklıklarda oluşan Longoz Ormanı, çok nemli, balçık alanlarda yetişen alüvyal orman türünün çok özgün bir örneği, bunun için de Dünya Bankası tarafından sürdürebilir doğal kaynaklar projesi kapsamında koruma altına alınmış durumdadır… Peki bu ormanlar nasıl oluşur? Dere ağızları, yağışların azaldığı mevsimlerde denizden gelen dalgaların taşıdığı kumla, çakılla kapanır. Böyle olunca da dere suları birikerek geriye döner ve orman tabanına yayılır. İşte; dişbudak, karaağaç ve meşeden oluşan bu ormanlara da "longoz (subasar) ormanı" denir... Buralarda hayat, insan aklının alamayacağı kadar zengindir. Tam 150 tür kuş, 18 tür memeli, 9 tür sürüngen, 5 tür kurbağa, 14 tür otsu bitki ve çalı, 18 tür ağaç ve mersin balıkları birlikte yaşar. İğneada bitki örtüsü ve faunası tüm Avrupa kıtasında olmayan zenginliği ile aynı zamanda ülkemizin oksijen pompalayan akciğerlerindendir. Buraya kadar eminim anlattıklarım ilginizi çekmiş, hayranlık uyandırmıştır. Maalesef şimdi söyleyeceklerim bu kadar hoş değil. Bu ormanlar tehlike altında. Tam ortasında devâsa bir taş ocağı açılıyor. İstanbul için yeni bir su kaynağı olması planlanan Demirköy barajı için gözümüzden sakınmamız gereken bu doğa harikası belleklerde kalan bir anı olacak. Aynı o kadar feryada kulak tıkayanların kuş cenneti Gala gölünü kurutmaları gibi. Yeraltı tatlı su kaynakları açısından sınırlı rezervlere sahip Trakya’nın bu iki en önemli kaynağının kurutulması ile ilerde yaşanacak ve tüm batı Marmara’yı tehdit edecek olan büyük susuzluklara karşı çaresiz bırakılıyoruz. Bunun en belirgin göstergesi ise yeraltı sularına ulaşım mesafesinin 20 yılda 20 metreden 300 metreye yükselmesidir. Bir gün Meriç’in karşısına bir yudum su demek zorunda kalmayalım…
Tekrar İğneada’ya dönelim isterseniz. Burası küçük bir balıkçı kasabası. Herkesin hayallerini süsleyen türden. Bulgaristan sınırının hemen yanı başında, yüzü Karadeniz’e dönük ama denizi olabildiğince sakin, her sene Balkanlardan gelen soğuk havaların ülkemize girer girmez bir durup soluklandığı, coğrafyasının hırçınlığının aksine insanın kulağına pastoral ezgiler fısıldayan Türkiye’nin bir diğer yanı… Üstelik kumsalları altın kaplı. Bu abartılı bir tanımlamadan ziyade MTA’nın kumların arasında bulduğu altın zerreciklerinden ötürü aldığı bir özellik. Yeterince ekonomik bulunmaması nedeni ile bölgede madencilik yapılmıyor ama altın bu kumsalların gerdanında pırıl pırıl parlamakta.
Dupnisa Mağarası
Bu bölgeye gelmişken söz edilmesi gereken bir başka yeraltı güzelliği turizm kapsamında hizmete açılan iki tünelden oluşup toplam
Burası aynı zamanda pek çok kuş türünün göç yolları üzerinde bir konaklama noktası. Yılın belli zamanlarında bahri, karabatak, gümüş martı, su tavuğu ve yabani ördeklerini ağırlıyor. Göç dönemlerinde ise dünyanın bütün leyleklerinin toplandığını düşündürecek kadar ziyaretçi akınına uğramakta. Faunası bu kadarla da sınırlı değil. Gür Istıranca ormanları tilki, sansar, karaca, geyik, domuz, tavşan gibi hayvanların yaşama alanı, aynı zamanda kasaba ekonomisine hakim olan balıkçılık Karadeniz’in en bereketli kalkan, hamsi, mezgit sürüleri ile besleniyor. Onlar gelip geçici misafirler değil bizim olanın diğer sahipleri. Bu da bence bize şunu anlatıyor ki insanoğlu olarak ne kadar dünyanın efendisi olduğumuzu zannetsek de aslında bu su, hava, toprak; her ne kadar görmezden gelsek de, sözde sahiplenmemiz, aslı astarı olmayan bir masaldan ibaret.
Ülkemizde ki Yedigöller bölgelerinden bir tanesi de İğneada’dır. Erikli-Mert-Hamam-Pedina-Saka-Sülüklü ve Ramana gölleri doğal sit alanı ilan edilmiş ve koruma altına alınmıştır. Fakat bu gözün gördüğünce koruma, kuruyan yeraltı suları, çeltik tarlalarından bilinçsizce saçılan kimyasalların toprağa karışması karşısında yeterli olacak mı?
Ve bir de Limanköyü var İğneada’nın meşhur fenerinin dibinde; son sözü etmeye değer. Kendimizden sakınmamız gereken İğneada acımasız dünyanın hesapları ile karşılaşmaya başlıyor. Bu yüzden İğneada’ya gidin bir daha göremeyebilirsiniz. Sizi mutlaka inşa ettikleri siteleri pazarlamaya kalkanlar, oteller açılması için sit alanı bölgesine göz dikenler de karşılayacak ama onların yüzlerine bile bakmadan sadece buraya bir kez bakın.
www.geziturkiye.com 'un İğneada İzlenimleri
İstanbul’a
Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde"Fatih’in akıncılarından İne Gazi’nin fethettiği belde. Harap, yıkılmış kalesi ayakta zor duruyor. Kale içinde odunculukla geçinen Rumlar yaşarmış" diyor. Evliya Çelebi Bulgaristan sınırına
Haziran - Eylül ayları yaz sezonu yaşayan İğneada’ya çevre ilçe ve kentlerden akın edenler eşsiz kumsalın ve temiz denizin tadını çıkarıyorlar. Yılın diğer aylarında kumsal oto ve motokroscuların gözdesi. Jeeplerle, motorsikletlerle gelenlerin kros yaptığı kumsal deniz kabukları toplamaya meraklı olanlara da olanak sunuyor.
İçecek kadar temiz bir denize sahip sahili el değmemiş, yağmaya uğramamış. Bu nedenle de doğal güzelliği eşsiz. İğneada tipik Karadeniz sahillerinin aksine yaz aylarında sakin ve dalgasız bir doğal liman. Kuzey rüzgarlarına kapalı. Denizin 150 metresinin sığ oluşu ise bir başka avantaj. Üçüncü jeolojik zamanın sonları ile dördüncü zamanın başlarında çevredeki dağlardan nehirler aracılığı ile gelen alüvyonların Rapana sırtı arası ile Limanköy platosu önündeki körfezi doldurması ile bölgede birçok göl oluşmuş. Sazlıklarla kaplı göller kuşlar için de tam bir cennet. Dağlardan gelen sularla beslenen lagün gölleri kış aylarında sularının bir kısmını Karadeniz’e boşaltıyorlar. Erikli Gölü çevresi doğal SİT alanı ilan edilmiş. Mert Gölü kıyılarında ise bazı yapılara rastlanıyor. Dibi bataklık olan gölün asıl zenginliği balıktan ziyade sazlıkları. Sazlar kış aylarında kesilip Hollanda’ya ihraç ediliyor.
Bu arada Hamam ve Pedina göllerinden bahsetmek gerek. Bu göllerin ziyaretçileri Bulgaristan, Rusya ve Tuna Nehri deltasından gelen ördek, kuğu ve diğer kuş türleri. Yıldız Dağları’nın sık ve gür ormanlarla kaplı olması geyik, karaca, domuz, tavşan, tilki sansar gibi hayvanların yaşamasına uygun bir ortam sağlıyor. Avcılar için de gözde bir mekan oluyor.
Alamana adı verilen büyük balıkçı tekneleri ile açık denizden yakalanan kalkan balığının yanı sıra eylülde lüfer, palamut bolluğu yaşanıyor. Orman içinde alabalık yemek ise ayrı bir imkan.
Bataklıklarda oluşan Longoz Ormanı, çok nemli, balçık alanlarda yetişen alüvyal orman türünün çok özgün bir örneği, bu nedenle de koruma altına alınmış durumda.
Deniz fenerinin bulunduğu sarp kayalıklar da ziyaretçileri başka bir aleme sürüklüyor.